Diğer Haberler Son Dakika 

KADER VE KAZA

Allah’ın, yaratıklarına ilişkin planını ve tabiatın işleyişini gerçekleştirmesini ifade etmek üzere literatürde “kader” ve “kaza” kelimeleri kullanılır. Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesine “kader”; Allah’ın, belirlemiş olduğu herhangi bir şeyi, zamanı gelince meydana getirmesine de “kaza” denir.

Takdir kavramının yer aldığı ayetlerde belirtildiğine göre Allah her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmış, tabiatını belirleyip hedefine doğru yöneltmiştir. (mesela bk. A’lâ 2-3). Bazı ayetlerde de hem evrenin yaratılışına dair kanunların hem de insanların yaratılış, yaşayış ve ölümüne ilişkin yasaların Allah tarafından düzenlendiği “takdir” kelimesiyle ifade edilmiştir. (bk. Yunus 5, Enam 96, Fussilet 10, 12, Furkan 2, Müzzemmil 20, Vakıa 60). Kaderi le ilgili bazı ayetlerde de Allah’ın her şeyi önceden kayda geçirdiği beyan edilmektedir. (bk. Hûd 6, Sebe 3, Hadid 22).

Kader konusunun odak noktasını oluşturan insanların fiilleri konusunda Kuran’da dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği belirtilmiştir. İtaat ve isyanın insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme girecekleri; iyi işlerinin lehlerine, kötü işlerinin aleyhlerine olacağı hatırlatılmıştır. (bk. Kehf 29, Secde 19-20, Sebe 37-38). Ayrıca Allah’ın insanlara hiçbir şekilde zulmetmediği; fakat insanların kendilerine zulmettiği de vurgulanmaktadır. (bk. Enfâl 51, Tevbe 70, Hud 101, Yunus 44, Kâf 29)

Cenâb-ı Allah, her hayat sahibine bu dünyada hayatını devam ettirebilmesi için gerekli bütün şartları en mükemmel bir tarzda hazırlamıştır. Mesela bir balığı, suda en rahat bir şekilde yüzebilecek, rızkını kolayca sağlayabilecek, düşmanlarından sakınabilecek bir surette ve çeviklikte yaratmıştır. Eğer bu balık, hava âlemine girmeye yönelir ve bu yönelme sonucunda sahile çıkarsa, acı akıbetini kendisi hazırlamış olur.

Bir insan, Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı fiilleri işlerse isyankâr olur. Aynı insan, Allah’ın emirlerini yerine getirirse, salih bir kul ve makbul bir insan olur. İşte, birbirine zıt olan bu iki netice de kaderdir. Yani Cenâb-ı Hak, âsi ve salih olmanın yollarını ezelde böyle tayin ve takdir buyurmuştur. Bir kimse, bu iki sebepten hangisine teşebbüs eder veya bu iki yoldan hangisinde giderse, onun neticesine varır. İşte, bu neticenin yaratılması kazadır ve aynı zamanda ilahi takdirin gereği olduğu için de kaderdir.

Deprem gibi doğal afetler, elbette Allah’ın takdiridir. Ama bunlara karşı gerekli önlemleri almak da insanların görevidir. Bu tür felaketlerdeki ölümü, sadece kadere bağlamak doğru değildir. İhmali olanlar, elbette sorumludurlar. Kendimizi tehlikelere karşı korumayarak, sorumluluğu Allah’a yüklemek büyük bir iftiradır. “Deprem öldürmez, bina öldürür” sözü çok manidardır. Hele deprem olacağı yıllardır bildirildiği halde; önlem almayanlar, menfaati gereği yanlışlara göz yumanlar ve bunlara destek verenlerin hepsi sorumludur. Sorumluların bazıları belki bir şekilde dünyevi cezalardan kurtulabilirler; ancak ilahi adaletten asla kaçış yoktur!

Kader ve kazaya inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane ederek kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insanın, “Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, ben ne yapayım?” diyerek günah işlemesi uygun olmayacağı gibi; günah işledikten sonra da, kaderi bahane ederek kendisini suçsuz sayması da doğru olmaz. Sorumluluk doğuran fiilleri yapan kuldur, yaratan Allah’tır. Her şeyin yaratıcısının Allah olması, bizim sorumluluktan kaçarak kötü ve yanlış işleri Allah’a havale etmemize yol açmamalıdır.

Kaderin esas anlamı, “Allah’ın, olmuş ve olacak her şeyi bilmesi” demektir. Ama bilmek ayrı, yapmak ayrıdır. “İlim, maluma tâbidir” diye bir kural vardır. Mesela, Güneş tutulmasının tarihini ve saatini önceden bilmemiz ilimdir. Malum (bilinen) ise, o tarihte Güneş’in tutulmasıdır. Güneşin tutulacağı ilimle biliniyor; ama Güneş biz bildiğimiz için tutulmuyor. Yine “Ahmet” isimli bir kimsenin adının “Ahmet” olduğunu bilmemiz ilimdir; malum ise, o şahsın adının Ahmet olduğudur. Böylece ilim, maluma tâbi olmuştur. Eğer malum ilme tâbi olsaydı, o kimsenin adını “Mehmet” bildiğimizde, adı Mehmet; “Hasan” bildiğimizde ise, adı Hasan olurdu! Dolayısıyla insanlar, kendi iradeleriyle fiilleri nasıl işleyeceklerse, Cenâb-ı Hak, ezelde öylece bilmiş ve takdir etmiştir. Zaten ilah olmanın özelliklerinden biri de budur. Yoksa Allah öyle bildiği için, insanlar o fiilleri öyle işliyor değildir.

Belâ kelimesi, Kuran-ı Kerim’de “denemek, darlık ve sıkıntı” gibi manalarda kullanılmıştır. Musibet ise, “insanın, genellikle kendi iradesi dışında ve beklemediği şekilde karşılaştığı durum” demektir. Daha çok hastalık, kıtlık, zarar-ziyan, yangın, deprem gibi afetler, sevilen birinin ölümü gibi ağır sıkıntı veren şeyler için kullanılır. Bela ve musibetleri üç grupta değerlendirmek mümkündür: Birincisi, insan iradesinin söz konusu olmadığı durumlar (doğal afetler gibi). İkincisi, insan iradesinin kısmen söz konusu olduğu durumlar (kısmen kabahatli olunan trafik kazaları gibi). Üçüncüsü, insan iradesinin söz konusu olduğu durumlar (alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi). Bu sayılanların hepsi, elbette Allah’ın bilgisi ve takdiri dâhilindedir. Mümin, gerekli tedbirleri almasına rağmen, yine de bela ve musibete maruz kalınırsa, kaderine inanarak teslimiyet gösterir. Allah insanlara imtihan için, dilerse birtakım bela ve musibetler de verebilir. Nitekim bazı peygamberlerin ve salih kulların, imtihan için büyük sıkıntılara maruz kaldıklarını da biliyoruz.

“Devemi salıvererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” diye soran sahabeye; “Önce deveni bağla, sonra tevekkül et” (Tirmizi) buyuran Hz. Peygamber (s.a.s.), tevekkülün ölçüsünü ne güzel ortaya koymuştur! Yine Şam’a gitmek için yola çıkan Hz. Ömer, orada salgın hastalığın başladığını haber alanca, Şam’a gitmekten vazgeçmiştir. “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye soran ordu komutanına; “Evet, Allah’ın kaderinden, yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vadiye inseler; sen verimli yerde otlatsan Allah’ın kaderiyle otlatmış, çorak yerde otlatsan yine Allah’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (Buhari) diye cevap vermiştir.

Tevekkül, Müslümanların kader inancının bir sonucudur. Sebepleri yerine getirmeyi terk ederek “Allah’a tevekkül ettim” demek, İslam’ın tevekkül anlayışına aykırıdır. Her Müslüman, olayların ilahi düzen ve kanunlar çerçevesinde olup bittiğinin bilincinde olmalıdır. Mesela, tohum ekilmeden ürün elde edilmez, ilaç kullanmadan şifa bulunmaz, salih ameller işlenmedikçe de cennete girilmez. Ancak şu da bir gerçektir ki, her ekilen tohumun ürün vereceği, kullanılan her ilacın da tedavi edeceği kesin değildir. Tüm bunlar Allah’ın iznine ve takdirine bağlıdır.

(Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslâm Ansiklopedisi, Din İşleri Yüksek Kurulu, Sorularla İslamiyet-Kader, Prof. Dr. Ramazan Altıntaş-Bela ve Musibetler Kader Midir? Mehmet Kırkıncı-Kader Nedir?)

NOT: Tüm kardeşlerimin Miraç kandilini kutlar, hayırlara vesile olmasını dilerim. Arzu edenler, 25 Şubat 2022 tarihinde sitemizde yayınlanan “İsrâ ve Miraç Olayı” başlıklı yazımıza bakabilirler.

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler