NAMAZ KILMAK, KİMLERE AĞIR GELİR?
Namaz, dinimizin ifasını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i şehadetten sonra, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı ve ergenlik çağına ulaşan her Müslümanın namaz kılması farzdır. Terk edilmesi ve geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın vaktinde eda edilmeyip kazaya bırakılması, günahtır. Namaz; uyuyakalmak, unutmak ve baş ile de olsa ima ile kılamayacak kadar hasta olmak gibi meşru bir mazeret bulunmadıkça kazaya bırakılamaz. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Biriniz uyuyakalır veya unutur da bir namazı vaktinde kılamaz ise, onu hatırladığı vakit hemen kılsın” (Müslim, Buhari) emri; bu konuda bize yol göstermektedir
Yüce Allah, Bakara suresinin 45’inci ayetinde şöyle buyuruyor: “Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz bunlar, Allah’a huşû ile boyun eğenlerden başkasına ağır gelir.”
Sabır; acıya katlanmak, sıkıntıya göğüs germek, Allah’a tevekkül ederek O’ndan gelen sıkıntılara katlanmaktır. Kuran-ı Kerim’de, rahatlık ve bolluk kadar sıkıntı ve darlık da bir hayat gerçeği olarak gösterilmiş (Bakara 155); Hz. Peygamber’e hitaben de, “Azim sahiplerinin sabrettiği gibi sen de sabret” (Ahkâf 35) buyurulmuştur.
Huşû ise; Allah’a gönülden saygı duyup bağlanmak, boyun eğerek itaat etmektir. Sabrın ve özellikle namazın olumlu tesirlerinden nasibini alacak olanlar, Allah’a huşû ile bağlanıp O’na boyun eğenlerdir. Bakara suresinin 46’ıncı ayetine göre; Allah’a olan bu bağlılık ve saygının en başta gelen sebebi, O’na kavuşulacağına inanılmasıdır.
Namaz, Allah ile kul arasındaki ilişkiyi bir ömür boyu amelî olarak sürdüren en canlı ibadettir. İnsanın asıl doğum günü, namaza başladığı gündür. Bunun için namazı gerçek manada kılmak ve hakkını vermek gerekir. Çünkü Allah’ın emrettiği namaz, insanı hayâsızlık ve kötülükten uzaklaştıran (Ankebût 45) bir ibadettir.
Namaz dinin direğidir. Müslümanın, Yaratıcıyla irtibatını sürekli canlı tutan namazdır. Bu itibarla namaz konusunda gevşeklik göstermemek gerekir. Ancak namaz şekilden ibaret kalmamalı, ondan haz alınacak duruma dönüştürülmelidir.
Namaz kılan Müslüman, ibadetinde “ihsan” mertebesini; yani Allah’ı görüyor gibi ibadet etmek hedefini gerçekleştirmelidir. Ömrü boyunca kıldığı namazlarında bu hedefe ulaşmaya ve bu hakikati yakalamaya çalışmalıdır. Allah’a bu şekilde yönelen ve O’nu bütün varlığıyla seven insan; O’nun rızasına uygun bir şekilde yaşayabilmek için elinden geleni yapar ve O’nun sevgisine gölge düşürebilecek en ufak bir şeyden bile uzak durur.
İslam inancına göre Yüce Yaratıcı, her türlü eksiklikten uzaktır. Her şey O’na muhtaçtır. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. İnsan, kendisini var eden Yaratıcıyla irtibatını devam ettirebilmek için Allah’a ibadet etmeye muhtaçtır. Buna göre namaz, bir külfet değil; tam tersine, büyük bir arzuyla yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Kamil manadaki bir ibadetin esprisi budur.
Yüce Allah, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.)’den itibaren bütün insanları namaz ibadeti ile sorumlu tutmuş ve bütün peygamberler, kavimlerine namaz kılmalarını emretmişlerdir. (Mesela bk. Bakara 83, Yunus 87, İbrahim 40, Meryem 31, , Enbiya 73, Lokman 17).
Ayet-i kerimelerden, namaz ibadetinin sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmetine has olmayıp önceki ümmetlerde de var olduğu anlaşılmaktadır. Önceki ümmetlerin namazlarında da kıyam, rükû ve secde gibi temel rükûların olduğu bildirilmekle birlikte, namazın kılınışına dair detaylı açıklamalar mevcut değildir.
Meşguliyeti çok olmak, aile fertlerinin geçimini sağlamak için yapılan çalışma ve yolculuk gibi durumlar namazın ertelenmesi için özür sayılmaz. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor: “Öyle adamlar vardır ki, onları ne bir ticaret, ne bir alışveriş; Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyabilir. Onlar, dehşetinden kalplerin ve gözlerin ters döneceği günden korkarlar” (Nur 37).
Hayatını yatalak olarak geçiren kişi, eğer yataktan kalkıp abdest alamıyorsa veya abdest aldıracak birini bulamıyorsa yanında bulunduracağı tuğla, kiremit veya taş gibi bir madde üzerine teyemmüm eder. Yatağından doğrulmaya ve kıbleye yönelmeye tek başına imkân bulamayan kişi, kendisine yardım edecek kimse de olmadığı takdirde yerinden doğrulmadan, yüzünü çevirebildiği kadar kıbleye çevirerek yattığı yerde namazını ima ile kılar.
Hz. İbrahim (a.s.) atamızın, Yüce Allah’tan dilediğini, bizler de diliyoruz: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle!” (İbrahim 41).
(Yararlanılan Kaynaklar: Din İşleri Yüksek Kurulu Kararları, TDV Kuran Yolu Tefsiri, Diyanet İşleri Başkanlığı-Namazın Önemi ve Hikmetleri)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni