HZ. İBRAHİM’İN TEVHİD MÜCADELESİ
Tevhid; Allah’ın varlığına, tekliğine, tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığına, eşi ve benzeri bulunmadığına inanmaktır. Bu inancı açıklayan “Lâ İlâhe İllallah” cümlesine “kelime-i tevhid”, bu tevhide inanan kişiye de “mümin” denir.
Bütün peygamberlerin misyonları içinde tevhidin önemli bir yeri vardır. Tevhid akidesini tesis etme mücadelesi, özellikle İbrahim Peygamber’in adıyla özdeşleşmiştir. Hz. İbrahim, tam bir şirk medeniyetinin ortasında doğmuş; içinde bulunduğu toplum şirki, hem dinî bir inanç, hem de bir medeniyet sistemi olarak görüyordu.
Hz. İbrahim’in içinde bulunduğu kavim; ay, güneş ve yıldızlara veya bunların yerdeki sembolü olan putlara tapıyorlardı. Bununla birlikte, kendileri gibi insan olan hükümdarlarını da tanrı olarak görüyorlardı. Dönemin kralı Nemrut da, kendini “tanrı” olarak sunan kral tanrılardandı. Nemrut, Allah’ın varlığını inkâr etmiyor ama kendisini, ülkesinin ve halkının yegâne hâkimi olarak görüyordu.
Böyle bir toplumda bütün putları reddeden Hz. İbrahim, bununla da yetinmeyip tevhid inancını savunarak; hem kendi toplumunun dinî inanç ve geleneklerine, hem de kral-tanrı Nemrut’a karşı bir mücadelenin içine girmiş oluyordu. Hz. İbrahim’in bu husustaki ilk mücadelesi, babası Azer ile olmuştur. Ayet-i kerimede belirtildiği gibi; “İbrahim, babası Azer’e, “Putları tanrılar mı sayıyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmini de apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum” (Enam 74); “…Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın?” (Meryem 42) diyerek putlara tapınmanın saçmalığını anlatmaya çalışıyordu.
Hz. İbrahim; Kuran’da, putları kırdığı haber verilen tek peygamber olmasının yanında, babasıyla olan diyaloglarına da çokça yer verilen bir peygamberdir. Babasıyla konuşmasında ona, “babacığım” diye hitap etmiş; babası müşrik olmasına, kendisine karşı son derece kaba ve tehditkâr ifadeler kullanmasına rağmen, ona karşı saygıda kusur etmemiştir. (bk. Meryem 46-47).
Enbiya suresinin 58-61’inci ayetlerinde bildirildiğine göre; kavmi, bayram kutlamaları için kıra gittiklerinde, putların bulunduğu yere giderek büyük put hariç hepsini kırdı. Halk bayram yerinden döndüklerinde tanrılarının başına gelenleri görünce, bu işi kimin yaptığını araştırdılar. Daha önce Hz. İbrahim’in putların aleyhindeki konuşmalarını işitmiş olanlar, durumdan halkı haberdar ettiler.
Halk, İbrahim’in sorgulanmasını ve ona verilecek cezanın başkalarına da ibret olmasını istedi. Durumu Nemrut’a bildirdiler. Huzura getirtilen İbrahim, diğerleri gibi Nemrut’a secde etmedi. Nemrut, merak ve hiddetle sebebini sorunca, “Seni ve beni Yaratan’dan başkasına secde etmem!” dedi.
Bakara suresinin 258’inci ayetinde bildirildiğine göre aralarında şöyle bir diyalog oluştu: Nemrut, “Senin Rabbin kim?” deyince; İbrahim (a.s.), “Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah’tır” dedi. Nemrut, “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi ve zindandan iki kişi getirtti. Birini öldürdü, diğerini ise serbest bıraktı. Sonra da, “Bak, ben de bu işi yapıyorum” dedi. “Benim Rabbim, güneşi doğudan doğdurur. Gücün yetiyorsa sen de batıdan doğdur!” dedi. O melun kâfir apışıp kaldı.
Nemrut’tan önce de, güneşin doğuş ve batışı böyle olduğu için; “Bunu ben yapıyorum” diyemedi. İddiasında haklı olabilmesi için, güneşin doğuş ve batış yerlerini değiştirmesi istenmişti. Hz. İbrahim’in bu teklifine karşı, Nemrut söyleyecek söz bulamadı. Bu karşılıklı konuşmalar üzerine son derece hiddetlenen Nemrut, ona nasıl bir ceza verileceği huşusunda avenesini toplayıp istişare etti. İçlerinden birinin, “Onu büyük bir ateşte yakalım!” teklifi kabul edildi ve ateş için hazırlıklar başlatıldı.
Bütün hazırlıklar bitince, halk ateşin başına toplandı. Hz. İbrahim, mancınıkla ateşe atılırken, Allah Rasûlü’nün buyurduğu; “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” (Buhari) diyordu. Hz. İbrahim, daha ateşin içine düşmeden Allah Teâlâ, ateşe “Ey Ateş! İbrahim’e serin ve zararsız ol!” (Enbiya 69) diye emretti. Bu emirle birlikte İbrahim’in düştüğü yer bir anda gül bahçesine döndü.
Hz. İbrahim’i ateşe atmalarından sonra, Allah onların üzerine sivrisineği musallat etti. Aradan çok geçmeden Nemrut, arkadaşlarının ve atlarının parıldayan kemiklerini gördü. Bu sinekler onların etlerini yemiş, kanlarını içmişti. Bir tanesi de Nemrut’un burun deliğine girdi ve beynine ulaşıncaya kadar önüne geleni kemirip durdu. O andan itibaren Nemrut’ta müthiş bir baş ağrısı başladı. Nemrut, son çare olarak başına tokmakla vurulmasını istedi. Ağrısı şiddetlendikçe, tokmağın hızlı vurulmasını emrediyordu. Çünkü sineğin beynine verdiği ıstıraptan, tokmağın acısını duymuyordu. Başına yediği tokmaklarla kendinden geçmiş ve sonunda da telef olup gitmişti.
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Ömer Çelik Tefsiri, Taberi Tefsiri, Kurtubî Tefsiri, Doç. Dr. Muammer Esen-Hz. İbrahim’in İmanı ve Tevhit Mücadelesi)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak–Emekli Edebiyat Öğretmeni