DİNİMİZİN İLME VERDİĞİ ÖNEM
Allah’ın gönderdiği dinlerin ortak adı İslâm’dır. (bk. Bakara 132, Ali İmran 18, Maide 114, Yusuf 101) İslâm, ilim ve irfan dini olup öğrenmeye, öğretmeye, incelemeye ve araştırmaya büyük önem vermiştir. “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir” (Alak 1-5).
Bu ayetler, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) inen ilk vahiy olup O’na ve O’nun şahsında bütün Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Ayet-i kerimelerde, Hz. Peygamber’e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir. “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyrularak Hz. Peygamber’in okuma faaliyetine veya herhangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, yaratan rabbinin adıyla başlaması ve O’ndan yardım istemesi emredilmiştir. Çünkü hem insandaki okuma yeteneği ve imkânını, hem de onun okuduğu ve incelediği nesneleri yaratan Allah’tır.
Ayetlerde, kalemin önemi de vurgulanmıştır. Çünkü kalem vasıtasıyla ilimler derlenmiş, hikmetler kaydedilmiştir. Kalem sayesinde insanlar bilgilerini yazıya, kitaba dönüştürüp başkalarına aktarmış, kalıcı hale getirebilmiştir. Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar yine bu araçla yazılmıştır. Kısaca uygarlıklar, kalem sayesinde süreklilik kazanmış, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
“Allah, hak ve adaleti ayakta tutarak, kendinden başka tanrı olmadığını bildirdi; melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler…” (Âli İmran 18) ayet-i kerimesinde, Allah ve meleklerden sonra üçüncü sırada âlimler yer almıştır. İlim, âlim, öğrenme ve öğrenci; Kuran-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde hep yüceltilmiştir.
Hadis-i şeriflerde, ilim öğrenmek nafile ibadetten üstün sayılmış (Buhari), ibadete verilen önemin ilme de verilmesi istenmiştir. Âlimlerin kalemlerinden akan mürekkebin, şehitlerin kanlarına denk olacağı, ilim tahsil ederken ölen bir kimse ile peygamberler arasında sadece bir derece fark bulunduğu belirtilmiştir.
Hz. Peygamber, bazı hadislerinde; “İlim tahsil etmek kadın, erkek her Müslümana farzdır” (İbn Mâce); “Hikmet, özlü bilgi müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır” (İbn Mâce, Tirmizi) buyurarak, Müslümanların ilim öğrenmelerini ve ilmi nerede bulursa almalarını tavsiye etmiş ve “Ey Rabbim! Benim ilmimi artır” (Taha 114) diye dua etmiştir.
Rabbimiz“…Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar”(Fâtır 28) buyurarak iman ile bilgi arasındaki güçlü ilişkiye dikkat çekmektedir. Bir başka ayet-i kerimede,“De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) buyurarak da bilginin, ilmin değer ve üstünlüğüne vurgu yapılmıştır.
Hz. Peygamberin bu konudaki hadis-i şerifleri oldukça çoktur: “Kim ilim için yola çıkarsa Allah ona cennete giden yolu kolaylaştırır. Melekler, hoşnutluklarından dolayı ilim talebesine kanatlarını serer. Sudaki balıklara varıncaya kadar yer ve gök ehli âlim kişinin bağışlanması için Allah’a yakarır. Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir (Tirmizi)., Hz. Peygamber’e yakınlığın ve ona mirasçı olmanın; meleklerin, balıkların duasına nail olabilmek için ilimle meşgul olmak gerekir.
Hicretin ikinci yılında (624) yılında yapılan Bedir gazvesinde Müslümanlar galip gelmiş ve yetmiş kişi de esir alınmıştı. Esirlerin durumunu ashabı ile istişare eden Hz. Peygamber (s.a.s.), bazı esirlerin malî durumlarına göre para ödemelerini, bazı esirlerin karşılıksız olarak; okuma yazma bilenlerin ise, on Müslümana okuma yazma öğretmeleri şartıyla serbest bırakılmaları kararlaştırdı. Müslümanların maddi gelire, ganimete ihtiyaç duydukları bir dönemde Allah Resul’ünün böyle bir karar vermesi, İslam’ın eğitime, okumaya verdiği önemi göstermeye yeterlidir.
Hz. Peygamber, mescitte halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Gruplardan biri Kuran okuyor ve Allah’a dua ediyordu. Diğeri ise, ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Allah Rasûlü, “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kuran okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim” buyurdu ve onların halkasına katıldı (İbn Mâce).
Hz. Peygamber, her fırsatta ashabını eğitmiş, cahiliye gibi bataklık bir dönemden, asr-ı saadet gibi model bir toplum inşa etmiştir. Medineli ilk Müslümanlara, Musab b. Umeyr’i öğretici olarak göndermek suretiyle toplumun teşekkülünde ilmin ve bilginin yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir.
Mekke yıllarında, ilk iman edenlerin çoğunluğu gençlerdi. Genç sahabeler baskı ve şiddet karşısında imanda sebatları ve İslam’ın yolunda gayretleri ile yıldız misali parıldamışlardı. Genç yaşta Müslüman olan Erkâm b. Ebü’l-Erkam, gönlünü İslam’a açtığı gibi, Safa tepesinin eteğindeki evini de Rasulüllah’ın hizmetine vermiş; onun evi Daru’l-İslam yani İslam’ın evi, İslam’ın merkezi, kalbi olmuştu. Bu evde Resul-i Ekrem, ashab-ı kirâma dinî bilgiler öğretirken, bir yandan da insanları İslâm’a davet ediyordu. İslam tarihinde “Daru’l-Erkâm” olarak anılan bu ev, Mekke yıllarında tebliğin merkezi, ilim ve irfan meclisi olmuştu.
Hz. Peygamber’in, Medine’ye hicretinden hemen sonra, inşa edilen Mescid-i Nebevi (Peygamber Mescidi) ile onun giriş kısmında kimsesiz ve fakir sahabilerin barınması için bir gölgelik yaptırıldı. Suffe adı verilen bu bölümde, Mekkeli muhacirler, İslâm’ı kabul edip Medine’ye gelen yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahabiler kalmışlardı.
Suffe ashabının geçimleri ile bizzat Rasulüllah Efendimiz ilgilenmişti. Akşam olunca, karınlarını doyurmak için onları birer ikişer ashaba taksim eder, kalanları da kendi evine götürürdü. Bu uygulama Müslümanların maddî durumu düzelinceye kadar devam etti (Buhari). Rasûl-i Ekrem, kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, hediyeleri ise, onlarla paylaşırdı (İbn Hanbel-Müsned).
İlimle meşgul olan bu sahabiler hakkında Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Kendilerini Allah yoluna adadıklarından, seyahat ve ticarete imkân bulamayan yoksullara verin” (Bakara273). Suffe ashabından, gücü kuvveti yerinde olanlar, gündüzleri mescide su taşıyarak ve dağdan getirdikleri odunları satarak ihtiyaçlarını temin etmeye çalışır, geceleri de Kuran tilâveti ve ilimle meşgul olurlardı (Müslim, İbn Hanbel).
Ashâb-ı Suffe’nin eğitim ve öğretim işleriyle bizzat ilgilenen Rasûl-i Ekrem, Suffe’de dersler veriyordu. Ayrıca onlara yazı yazmayı ve Kuran okumayı öğretmek üzere Ubâde b. Sâmit gibi hocalar tayin etmişti. Ashab-ı Suffe, Rasulüllah’tan dinledikleri hadisleri diğer sahabilere de naklederek, ilmin yayılmasına önemli katkıda bulunmuşlardı.
Hz. Peygamber (s.a.s), Medine’ye gelip yerleştiğinde büyük çapta bir bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetini başlatmıştır. Her fırsatta çevresindekilere bilmediklerini öğretmeye özen göstermiş; kadınların istekleri üzerine de, haftanın bir gününü onların eğitimine ayırmıştı (Buhari).
Öğretmenlik, peygamber mesleğidir. Peygamberler hayatları boyunca ümmetlerine hakkı, hakikati öğretmişlerdir. Öğretmenler, nesillere şekil veren, onları geleceğe hazırlayan saygıdeğer insanlardır. Kendilerine emanet edilen öğrenciler, fırıncının elindeki hamura veya çömlekçinin elindeki yoğrulmuş çamura benzer; öğretmen ona istediği şekli verir.
“Ve Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bunları meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” dedi. “Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur…” cevabını verdiler”(Bakara 31-32). Meleklere, “Âdem için secde edin” dediğimizde İblis dışındakiler derhal secde ettiler; o direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu” (Bakara 34). Ayet-i kerimedeki secde, namaz secdesi gibi değil, saygı gösterme şeklindedir. Kuran-ı Kerim’de, bu ve benzeri ayetlerle bilginin, akıldan sonra en büyük değer olduğu bildirilirken; bilen toplumlara, bilmeyen toplumların boyun eğeceği mesajı verilmektedir.
Bilginin, eğitimin ve öğretimin asıl kaynağı Yüce Allah’tır. Allah, vahiy yoluyla peygamberlerini eğitmiş; peygamberler de toplumları eğitmişlerdir. Birçok meslek dalları, Allah tarafından peygamberlere öğretilmiş; onlar mesleklerin ilk mühendisleri olmuşlardır. Örneğin; Hz. Âdem çiftçi, Hz. Şît dokumacı, Hz. Nuh marangoz, Hz. İdris terzi, Hz. Davud demirci, Hz. Yusuf saatçi, Hz. İbrahim mimar, Hz. Lokman doktor, Hz. Lût tarihçi vb.
Hz. Peygamber’den sonra, en büyük din âlimi olduğu kabul edilen ve “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” diyen Hz. Ali’ye; “İlim mi daha değerlidir, mal mı?” diye soruldu. O büyük insanın, bu soruya verdiği cevap çok manidardır: “İlim peygamberlerden, mal ise Karun ve Firavun gibilerinden miras kalmıştır. İlim, sahibini korurken; mal, sahibi tarafından korunur. Mal sahibinin düşmanı çok olurken, ilim sahibinin dostu çok olur.”
Bilimsel anlamda ortaya çıkan gerçek bilgiler, İslam dininin inanç ve ilkelerine aykırılık teşkil etmez. Kâinatı yaratan ve kâinattaki her türlü sistemi kuran Allah olduğuna göre; bilimsel bilgilerin, bu ilahi sistemle uyumlu olmasında şaşılacak bir durum yoktur. “Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat” (Şuara 83).
(Yararlanılan Kaynaklar: TDV Kuran Yolu Tefsiri, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Şükrü Özbuğday-İslam ve İlim, Çankırı Müftülüğü-İlmin Önemi, İlim ve İhsan-Peygamberlerin Meslekleri, Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı-Kuran’ı Anlamak, Prof. Dr. Nurettin Tugay-Hz. Ali ve İlim)
Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni