Diğer Haberler Son Dakika 

BELA VE MUSİBETLER

        Belâ kelimesi, Kuran-ı Kerim’de “denemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve sıkıntı” manalarında kullanılmıştır. Firavun’un İsrailoğullarına yaptığı korkunç işkenceler “büyük belâ” (belâün azîm) (bk. Bakara 49, A‘râf 141, İbrahim 6) ve “açık belâ” (belâün mübin) (bk. Duhân 33) diye vasıflandırılmıştır. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etme teşebbüsüne de “açık belâ” yani “deneme” (bk. Saffât 106 denilmiştir. Allah’ın kendisini denediği kulun bu denemeden başarı ve yüz akı ile çıkması da “güzel belâ” (belâün hassen) olarak tarif edilmiştir. Bu manada Bedir Gazvesi ve sonucunda kazanılan zafer, “güzel bir belâ” yani başarıyla verilmiş bir imtihan olarak (bk. Enfâl 17) nitelendirilmiştir.

       Kuran’da dinî yükümlülükler de, “belâ” kelimesiyle ifade edilmiştir. Allah’ın korku ve kıtlık vermesi, mal, can ve mahsulleri eksiltmesi de birer belâdır (bk. Bakara 155). Esasen Kuran’a göre dünya, kimin daha güzel iş yaptığının anlaşılacağı bir belâ (deneme) yeri olup ölüm ve hayat bunun için yaratılmıştır (bk. Mülk 2). Hz. Peygamber de denenmek ve denemek için gönderilmiştir. Başta peygamberler olmak üzere, Allah herkesi belâ ile denemektedir. İnsanın dert ve musibetlerle karşılaşması kaçınılmazdır. Çünkü kişinin gerçek şahsiyeti denenme halinde ortaya çıkar.

      Musibet, “insanın, genellikle kendi iradesi dışında ve beklemediği şekilde karşılaştığı durum” demektir. Daha çok hastalık, kıtlık, zarar-ziyan, yangın, deprem gibi afetler, sevilen birinin ölümü vb. ağır sıkıntı veren şeyler için kullanılır. Kuran-ı Kerim’de Allah’ın insanları korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi musibetlerle sınamaya tâbi tuttuğu belirtildikten sonra; bu tür musibetler karşısında, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyerek sabır ve metanetlerini kanıtlayanlar Allah’ın lütuf ve rahmetiyle müjdelenmekte ve bunların doğru yolu bulmuş oldukları bildirilmektedir. (bk. Bakara 155-157).  Hz. Peygamber musibete uğrayanları bu ayetlerin, “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz” (İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn) kısmını okuyarak teselli etmelerini Müslümanlara öğütlemiş; bu sebeple yakınlarını kaybedenlere taziyede bulunurken, bunun okunması âdet haline gelmiştir.

       Hadis-i şeriflerde; musibetten dolayı üzüntü duymanın, gözyaşı dökmenin günah olmadığı; feryat ve figan etmek, dövünmek, üstünü başını yırtmak, sürekli halinden şikâyet etmek gibi taşkınlıklardan sakınmak gerektiği bildirilir. Rasulüllah’ın, oğlu İbrahim’in vefatı sırasında ağlamasını yadırgayan bazı sahabilere, “Bu bir şefkattir; kalp üzülür, göz yaş döker; ancak bizim ağzımızdan rabbimizin razı olmayacağı hiçbir söz çıkmaz” demesi (bk. Buhari, Tirmizi), musibetler karşısında üzülüp ağlamanın sakıncasının bulunmadığına delil olarak gösterilir. Ayrıca hadislerde; en büyük musibetlerle peygamberlerin karşılaştığı, Allah’ın sevdiği kullarını zaman zaman musibetlerle imtihan edeceği belirtilmekte ve musibetlere sabredip çekilen acılar karşısında Allah’tan ecir beklemenin faziletine işaret edilmektedir. (bk. Buhari, İbn Mâce, Tirmizi). Yorgunluk, hastalık, tasa ve kederden ayağına diken batmasına kadar Müslümanın başına gelen her türlü musibetin günahlara kefâret olacağı müjdesi verilmektedir (bk. Buhari, Müslim). Hadislerde ayrıca musibete uğrayanların teselli edilmesi, acılarının paylaşılması ve yakınlarını kaybedenlere taziyede bulunulması tavsiye edilmektedir (bk. İbn Mâce)

       Belaları ve musibetler, üç gurupta değerlendirilebilir: a) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı bela ve musibetler: Depremler, engelli olarak doğmak gibi. b) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu bela ve musibetler: Kısmen kabahatli olduğumuz trafik kazaları gibi. c) İnsan iradesinin söz konusu olduğu bela ve musibetler: Alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi.

       Allah’ın ilmine bakan boyutuyla bunların hepsi kader olmakla birlikte, ilki ve belli oranda ikincisi terim anlamıyla da kaderdir. Bu çeşit bela ve musibetler sabretmek şartıyla günahlara kefaret olduğu gibi, Allah katında daha yüksek derece almaya da vesiledir. Sonuncusu ise insanların hatasından kaynaklandığı için, ilahî ilim açısından kaderin dışında olmamakla beraber, insanlar bundan sorumludur. Mümine düşen her çeşit bela ve musibetlerden Allah’a sığınmak, eğer bunlara maruz kalınırsa, sabretmek ve kadere inanarak teselli bulmaktır.

       Kader ve kazaya inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan, “Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?” diyerek günah işleyemeyeceği gibi; günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller; insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Burada dileyen, tercih eden, isteyen kuldur; yaratan da Allah’tır. Kul sorumluluk doğuran fiilleri irade edendir ama yaratan değildir. Zira yaratmak sadece Allah’a mahsustur. Kuran-ı Kerim’de: “Allah her şeyin yaratıcısıdır” (Enam 102) buyrulmaktadır.

       Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse, Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilahi kanundur ve bir kaderdir. Sonuç olarak insanların, “Ben ne yapayım, kaderim böyle” demesi doğru değildir.

       Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir gün, çocuğunun kabri başında feryat eden bir kadına rastladı. Acılı anneye, “Allah’a isyan etmekten sakın ve sabret!” diyerek nasihatte bulundu. Üzüntüsünden Allah Rasulünü tanıyamayan kadın, “Bana karışma! Benim başıma gelen senin başına gelmedi ki!” dedi. Bir müddet sonra kendisine nasihat edenin Rasûl-i Ekrem olduğunu anlayınca, Peygamberimizin huzuruna gelerek özrünü beyan etti. Bunun üzerine Rahmet Elçisi, şu özlü tavsiyede bulundu: “Gerçek sabır, musibetin geldiği ilk anda gösterilen sabırdır” (Buhari).

       Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve manevi sıkıntılar olması mukadderdir. Çünkü bu dünya, imtihan dünyasıdır. Hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçası olduğunu biliriz. Cenâb-ı Hak, insanı; bazen elindekileri alarak, bazen de fazlasıyla nimet vererek imtihan eder. Bu yüzden, musibet karşısında isyan etmek, kırıp dökmek ya da kötü söz söylemek yerine, sabırlı ve metanetli olmalıyız. Sıkıntıyı aşmak için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmeliyiz.

       Müslüman, acılarını isyana ve zulme dönüştürmez. Yaşadığı zorluklar karşısında metanetli tavrının, Allah katında nice kolaylığın müjdecisi olacağını unutmaz. Bu dünyaya, inanmak ve iyi işler yapmak için geldiğini bilir. Allah’ın yardımından ve rahmetinden ümit kesmeden, Hz. Peygamberin şu duasıyla Rabbine her zaman dua eder: “Biz Allah’a aitiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir” (Müslim).

       (Yararlanılan Kaynaklar: TDV İslam Ansiklopedisi-Prof. Dr. Süleyman Uludağ-Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Din İşleri Yüksek Kurulu, Diyanet Hutbe-Musibetler Karşısında Müminin Tavrı)

      HZ. PEYGAMBER’İN (S.A.S.) MUSİBETLER KARŞISINDAKİ TAVRI

       Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) hayatına baktığımızda, çok farklı şekillerde tecelli eden belâ ve musibetlerle sınandığını görürüz. Babadan yetim olarak gözlerini açtığı dünyada, anneden de öksüz kaldığında sadece altı yaşlarındaydı… Dedesinin ve amcasının kanatları altında büyüyüp gençlik çağına ulaştığında; Hz. Hatice ile kurduğu yuvasında da güzel ahlakı ve tertemiz hayatıyla dikkat çekmişti.

       Kırk yaşlarında omuzlarına yüklenen risalet göreviyle sınavlar başka boyutlarla devam etti. Artık sadece kendisi değil, O’na iman edenler de; servet ve nüfuz sahibi Mekkeli müşriklerin türlü şekilleriyle baskı, eziyet, işkence ve zulümlerine muhatap oldular. O Yüce Peygamber, kendisi sabrın en büyüğünü gösterirken, her defasında müminleri de sabretmeye yönlendirmiş ve bunun karşılığını mutlaka Allah’ın vereceğini ifade etmiştir.

       Evliliğinin ilk yıllarında gönül meyveleri ve ismiyle künyelendiği “Kasım” isimli evladını küçük yaşta kaybeden Hz. Peygamber (Ebu’l Kasım), ikinci kez aynı acıyı Medine’de İbrahim isimli oğluyla yaşadı. Henüz on sekiz aylıkken, gözlerini fani hayata yuman küçük İbrahim’in vefatı anında yaşadıkları; bir baba ve mümin olarak, bize sabrı da tavrı da öğretiyordu. Küçücük beden toprağa verilirken gözyaşları yanaklarından süzülen o yüce Nebi, ağlayışının sebebini şu sözlerle ifade etmek durumunda kalıyordu: “Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat biz, Allah’ın hoşnut olmayacağı şeyleri söylemeyiz. O’na isyan etmeyiz.”

       Hz. Peygamber, küçük oğullarını henüz bebeklik çağlarında ahiret yurduna uğurlayarak, evlat acısıyla imtihan edilmişti. Ancak bu konudaki sınavı bitmemiş; kızları Zeynep, Ümmü Gülsüm ve Rukiye birer birer göçmüşlerdi fani dünyadan… Onların cenaze merasimlerinde kabirleri başında gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüp mübarek sakalını ıslatırken mübarek dili her defasında “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn” (Biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz) ikrarını tekrarlamaktaydı. Çünkü âlemlerin Rabbi, bizi belâ ve musibetlerle sınamakta ve sabredenlerin kazanacağını müjdelemekteydi. (bk. Bakara 155-156)  

       Medine hayatı, “asr-ı saadet” (mutluluk çağı) olarak tarihe geçmiştir. Zira Allah Teâlâ’nın en çok sevdiği Habibullah, müminlerin arasında ve onlarla beraberdi. Ne büyük nimet ve devlet! Ne yüce şeref ve saadet! Ancak sınavlar bitmemişti. Yahudilerin bekledikleri peygamber İsrailoğullarından gelmemiş, Allah bu şerefi Hz. Muhammed’e lütfetmişti. Bunun için çekememezlik duyguları, Yüce Peygamberi zehirlemek suretiyle ortadan kaldırma teşebbüsüne kadar gitmişti. Münafıkların da türlü türlü oyun ve tertiplerle Müslümanların arasına fitne ve fesat tohumları ekme çabaları gün gelip de Peygamberimiz’in eşi Hz. Ayşe’ye iftira atma boyutuna ulaştı; ama hiç son bulmadı.

       (Yararlanılan Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Emin AY – Peygamberimiz (s.a.s) Başına Gelen Musibetlerde Nasıl Davranmıştı?)

       Hazırlayan: Bahtiyar Budak-Emekli Edebiyat Öğretmeni

En son Haberler