Otçu 2 (55.Yıl Önce)
Ali Meydanı, Eskala Obası, Ören Sırtı ve Taş Oluk Tepesinden aşıp gelen
insan selleri, her yıl Temmuz ayının ikinci Cuma günü, izleyicilere senaryosu
önceden hazırlanmamış, prova da edilmemiş olağanüstü güzellikte bir görsel
şölen sunuyorlar.
Herkesin, özellikle de ilk kez gelenlerin büyük bir merak ve hayranlıkla
izlediği ve hiç unutamadığı bu manzara sabah saatlerinin görüntüsüdür. Binlerce
insan var her yerde. Aktaş, Simenne, Kızılüzüm, Alagavur, Şahmelik, Oğuz,
Ören… otçuları ayrı ayrı gruplar halinde Pazar yerine doğru ilerliyorlar, yavaş
adımlarla ve horon oynayarak. Yüzlerce insan el ele tutuşmuş, oldukça geniş bir
saf halinde, düzenli bir ordu gibi.
Kurallar o kadar kesin ki; başka bir otçu grubu ile ilişki kurulmuyor,
birleşilmiyor, saflara yabancı kişiler alınmıyor. Tabanca tüfek sesleri hiç
susmuyor, sağır ediyor yakınındaki kulakları. Her grubun başında, elindeki
değneği sürekli sallayan ve gruptakilere komutlar veren bir uslu; her grubun
önünde, hızlı hızlı bir o yana bir bu yana giderken yavaşça ilerleyen ve bu arada
kemençe çalıp türkü söyleyen, kiminin sesi kısılmış kemençeciler; en önde,
atlarını sürekli olarak grubun bir ucundan diğer ucuna sürerek yol açan atlılar;
en arkada da göz alıcı rengarenk şenlik ve bayram giysileri içindeki kızlar ve
kadınlar…
Müthiş bir renk cümbüşü, bir çiçek bahçesi sanki.
Gruplar, pazar yerinin üstündeki Horon Düzü’ne ulaştıklarında, düz olan
saflar büyük horon halkalarına dönüşüyor. Kurallar, gevşiyor orada dışarıdan
katılanlarla büyüyor da büyüyor halkalar. Çıkmak istemiyor halkaya bir kez
giren. Susmuyor kemençeler saatler boyu, susmuyor türkü söyleyen diller, silah
sesleri susmuyor, horon durmuyor. Önce koltuk altları ıslanmaya başlıyor
gömleklerin, daha sonra da göğüsleri ve sırtları ıslanıyor akan terlerden. İnsanın
içini bayıltan, ılık bir ter kokusu sarıyor her yanı.
Yorgunluk, uykusuzluk, horonun temposu iyice yoruyor insanları öğleye
doğru. Horon halkalarından önce birer ikişer, sonraları daha büyük gruplar
halinde çıkışlar oluyor, küçülüyor halkalar, küçülüyor ve dağılıyor birçok halka.
Tepelere, su başlarına ya da uygun buldukları yerlere oturup yiyip, içenlerin
silah sesleri tutuyor bu kez ortalığı, sürüp gidiyor bir zaman.
O kadar yorgun ki insanlar, hızlı oluyor geri dönüşleri, yaya ya da motorlu
araçlarla. İkindi vaktine doğru, boşalıyor pazar yeri. Bir sessizlik düşüyor
ortalığa, kocaman bir çöplüğe dönüşen Kadırga Yaylası’na.
Her yerde, yayla çimenine serilmiş, atılmış gazete kağıtları. Ezilmiş, kesilmiş
domates, biber ve diğer sebze artıkları; kavun, karpuz, salatalık kabukları;
kayısı, şeftali çekirdekleri; burun sızlatan kokularıyla, kasaplar tarafından
kesilen çok sayıda büyükbaş hayvanın işkembe içerikleri… Kesilen ineklerin,
danaların oraya buraya saçılmış kemikleri, insanların yemediği artıkları…
Pazarın et kesim yeri, kurumuş bir kan gölüne dönmüş, sinekler karasinekler
uçuşuyor üzerinde, nasipleniyorlar bu büyük nimetten.
Bunların çok azı görecek bir dahaki cumayı, hele bir de yağmur yağar veya
sıkı bir çise olursa daha da azı. Çürüyüp, bozunup katılacaklar doğal döngüye.
Plastik torba yok, pet şişe yok, hiçbir petrol türevi yok.(Fotoğraf Alıntıdır.)
Ya bugün?
Atilla Korkmaz